2 Mayıs 2010 Pazar

Bu dünyadan bir Kazım geçti

Devrimi düşünürsün, düşünebilirsin, şöyle olsun böyle olsun hatta bir sistem bile kurabilirsin.Ne zaman yaparsın. Devrim yaptıktan sonra... Bok devrim yaptıktan sonra... Şu anda bunu düşünüyorsan yaparsın, bunu yapmaya başlarsın. Ve böyle yaşamaya başlarsın. Hayatla da böyle anlamlı bir ilişki kurarsın... Yolda yürürken de adımların ona göre olur, insanlara baktığın göz değişir. Herkes de bakar bu adam niye böyle yürüyor. Sana bir puan yazmazlar ama bir şey verirsin bu hayata... Bakkaldan manavdan bir şey alırken tuhaf bir ilişki kurarsın hoş bir ilişki kurarsın... İşte hikaye bu..."
Aramızdan erken yaşta ayrılan Kazım Koyuncu, kendisine adanan belgeselin en başında bunları söylüyor... Gazeteci Ümit Kıvanç, iki yıl boyunca yüzlerce bilgi, belge, kaydı elden geçirip 3 DVD'den oluşan 3.5 saatlik bir belgeselde Kazım'ı "Şarkılarla Geçtim Aranızdan"la selamlıyor. Ümit Kıvanç, onunla hiç tanışmadığını ama kaybettiğimizde bir arkadaşını yitirmiş gibi üzüldüğünü söylüyor. Ne tuhaf benim de duygularım hep böyle oldu...
Fatih'te mahalle, Pertevniyal Lisesi'nde sıra arkadaşım Ender Şeşen de Kazım gibi Hopalıydı. Lazca bilirlerdi. Ben de Güneydoğuluydum. Yıllar önceki devrimci sohbetlerimiz arasında en çok Karadeniz'i konuşurduk. Dağlarını, yeşilini, denizini anlatırdı. Planlar yapardık, gidip gezecektik oraları... Ama bir türlü olmadı... Kazım sanki o yıllardan mirastı bana...
Hopa'nın Pançol köyünde doğan Kazım Koyuncu'nun 34 yıllık yaşamında müzik her şeyi oldu. Kazım, Zuğaşi Berepe (Denizin Çocukları) topluluğuyla Lazca Rock yaptı ve çok sevildi... Müzik yolculuğundaki arayışları sürerken Lazca rock'a varışını ise "İçimizden geldiği gibi yaptık" diye anlatıyordu... Ölüm haberi geldiğinde, onu seven Karadenizli bir editör arkadaşımız çarpıcı bir başlık peşindeydi. Ona önerdiğim başlığı sevdi ve kullandı:
"Uşaklar artık Kazım yok."
Şimdi belgeseli izlerken Kazım bu başlığa tepki gösterirdi gibi geldi bana... Diyarbakır'daki bir Nevruz kutlaması ve Kazım'ın Kürt meselesi üzerine söyledikleriydi bunu düşündüren...Yüzbinlerce insanın doldurduğu bir alanda politik bir ortam var. Kazım gitar, kemençe ve tulumla Lazca Uy Aha-Koçari'yi söylüyor, büyük bir koro eşliğinde. Oradan Didou Nana'ya geçiyor; aynı kalabalık gür sesiyle arkasında... Artık Cilve Loy Nanay'a geçildiğinde zılgıtlar, halaylar ve horonlar eşliğinde ortalık inliyor... Kazım Koyuncu konserlerinde Diyarbakır'ı hiç atlamadı. Orada iyi bir dinleyici kitlesi vardı. Dürüst ve sağlam bir ilişki kurdu onlarla... Kazım bugünlerde çok ihtiyacımız olanları öyle güzel özetliyor ki;
"Benden ısrarla Kürtçe şarkı söylememi istiyorlar. Ben o müziği çok seviyorum sempatimi de dünya biliyor. Ancak 'merhaba' bile demedim. Bu sembolik bir şey belki. Ben sizin yanınıza kendim olarak geldim. Ve siz de beni görün. Birbirimizi kabul etmemiz için, birbirimize benzememize ihtiyacımız yok. Aynı dilde söylememize gerek yok.. Birbirimizi kabul edebiliriz... Benim cesaretim oydu...Bunu orada anlayan çok insan oldu..."
Şimdi Diyarbakır surlarının dibinde Dicle'ye bakan bir mezarlıkta sonsuz uykusunu uyuyan Salim eniştemin ruhu da duymuştur muhakkak. Ordu Fatsalı mavi gözlü, sarışın bir Laz'dı o da... 1950'lerin sonunda Diyarbakır'da askerliğe gelmiş ve teyzemle evlenmişti. Çalışkan, konuşkan bir Karadenizliydi... Hiç yüksünmeden herkesin işine koşardı...
"Kabardı Karadeniz
Bu yana taştı...
Haber verin yarime
Gözlerim doldu taştı"
Kazım Koyuncu yumuşak sesiyle söylüyor; bir yandan da kanser ilerliyor vücudunda ağır ağır... Kemoterapiden çıkıp konserler veriyor. Orkestra arkadaşları da saçlarını kazıtıyor, destek olsun diyerek. Kazım'a sorsalardı istemezdi belki de. Farklı olanı severdi de ondan aynı tipte olmasını istemezdi hiçbir şeyin... Kazım belgeselin bir yerinde diyor ki;
"Dünyayı ses kurtaracak"
Ne kadar doğru, bir söz, bir kelime, bir tını, bir akord illa ki bir ses... Ümit Kıvanç, Kazım'ın müzikal yolculuğunu da çok iyi takip etmiş... Bunu belgeselin akışı içinde çok iyi anlıyorsunuz ancak internet sitesinde müziğiyle ilgili bölümde önemli ayrıntıları da bizlerle paylaşmış. Rock müzik, etnik kökenler ve türküler arasındaki ilişkiyi tartışıyor. Ve uzun analizlerin sonunda da, yüz saatlik malzemeyi defalarca dinlemesine rağmen hiç bıkmadığını söylüyor ve ekliyor:
"Bunu sağlayan elbette Kazım'ın o müziğe kattığı şeydi. Bu tılsımlı bir şeydi. Bu yüzden, sizi bunun etrafında dolandırıp duruyorum ama bunun ne olduğunu somut olarak anlatamıyorum. Çünkü onu yazıyla anlatamayız. Duyabiliriz."
Ümit Kıvanç hiç tanımadığı Kazım için bu belgeseli hazırladı; ben de hiç tanımadığım ama sevdiğim arkadaşım için yazdım... Acaba Ender beni yine çağırır mı? 'Hadi gel birlikte Hopa'ya gidelim' der mi?.. Kimbilir...
Not: Kalan Müzik'ten çıkan DVD'de Kazım Koyuncu 3.5 saat boyunca, çalıyor, söylüyor hem de hayatını, müzikal macerasını ve sisteme itirazını anlatıyor. Filmin geliri tam da onun isteyeceği gibi Umut Çocukları Derneği'ne verilecek.
O SÖZLER Kİ..
.hiç başımızdan eksik olmayan gökyüzüne
günün karanlık saatlerine
arasıra kopsa da fırtınalara
bir gün boğulacağımız denizlere
eski günlereneler olacağını bilmesek de geleceğe
kötülüklerle dolu olsa bile tarihe
tarihin akışını düze çıkarmaya çalışan tüm güzel yüzlü çocuklara
Donkişotlara, ateş hırsızlarına,
Ernesto 'Çe' Guevara'ya
yollaara, yolculuklara, sevgililere, sevişmelere
sadece düşleyebildiklerimiz, olamadıklarımıza
üşünürken ısınmalara
her şeyden sıcak annelere, babalara
ve tadını bütün bunlardan alan şarkılara kendi sıcaklığımızı gönderiyoruz.
Kötü şeyler gördük, savaşlar, katliamlar, ölen-öldürülen çocuklar gördük.
Kendi kültürünü, kendi dilini, kendisini kaybeden insanlar, topluluklar gördük.
Yanan köyler, kentler, ormanlar, hayvanlar gördük.
Yoksul insanlar, ağlayan anneler, babalar, her gün bile bile sokaklarda ölüme koşan tinerci çocuklar gördük.
Biz de öldük.
Ama her şeye rağmen bu yeryüzünde şarkılar söyledik.
Teşekkürler dünya...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder